Doğadan, hayvandan, canlı olan her şeyden…
Evren ve doğa sadece insana hizmet etmek için yaratılmadı!
Doğa, insanla yaşamı boyunca sürekli birlikte ve dengede bir ilişki ile bir arada oldu. Ancak bu ilişkiyi insan hep kendi ihtiyaçları etrafında şekillenmekte ısrar etti, parçası olduğu doğayı tek taraflı bir yaklaşımla görmezden gelerek, kendi konumunu önceliklendirdi.
Teknolojinin ve endüstrinin gelişmesiyle birlikte başlayan süreçte kentleşme, betonlaşma, sanal olarak yaratılan ihtiyaçlar ve kullanılan kimyasallarla beraber, insan hızla doğayı tahrip etmeye başladı ve şimdi doğal yaşam hem doğadaki tüm canlılar için hem de insanın kendisi için dengesi bozulmuş ve onarılması çok zor çevre felaketlerini doğuruyor. Depremler, seller, kuraklık, yangınlar, salgın hastalıklar… gün be gün artıyor.
Aslında en temel sorunlardan biri, insana diğer canlılardan farklı olarak verilen bilinçle, kendisini doğanın ve evrenin efendisi gibi görmekte ve tamamen yönetimin, sahipliğin kendisinde olduğunu düşünmesi ile ekolojik bir dengeden yoksun bir bakış açısını benimsemesidir. Doğal kaynakların haddine düşenden fazla kullanılması veya kaynakların doğal yapısını bozması da bu yaşanan felaketlerin artmasını sağlıyor.
Kısacası yaşadığımız doğa sorunlarının kaynağında mucize güçlere sahip benzersiz olan bizler varız. Odağımız doğallıkta, doğada değil, sürekli tatmini dışarda arayan, sahiplikte, gücün unvanlarda olduğuyla aklını bozmuş insan zihninde, yani makinada olmuş durumda. Tatminin ölçüsü yok, doymak bilmediğimiz ihtiyaçlarımız silsile halinde.
Söylüyorum, kendimden, hepimizden biliyorum!
Oysa şimdi uyanma zamanı!
Bu sistem yaşayan tüm canlılar için var, herkesin ihtiyaçlarına göre haklar eşit olmalı; çünkü insan, hayvan, bitki hepsi birbiri ile bütünü tamamlayan, hepsinin farklı üstünlükleri olan canlılardır. Sadece insana özel verilen bir bilinç vardır ki, bu seçim yapma hakkımızı bize sağlar ve her seçim de sonunda bir sorumluluk getirir. Cennet bir dünyada dengede bir yaşam; ancak fırsat eşitliğiyle, hakkaniyetle, sevgiyle ve şefkatle beraber yaşamayı öğrenirsek var olabilmekte.
Büyümesini istemediğimiz için artık acı olayları değil, büyümesini istediğimiz çözümü, iyiliği konuşalım. Başımıza gelenlerin sorumluları elbette ortaya çıkarılmalı ama esas bugün bu acıdan nasıl beraberce çıkabiliriz, bunu düşünelim istiyorum.
Bireysel olarak bundan sonra nasıl daha otantik yaşarız, bakmaya, düşünmeye önce kendimizden başlayalım.
Kullandığımız kimyasallara, attığımız atıklara, dilsiz dostlarımızla bir arada dengede bir yaşamı nasıl kurgulayacağımıza, yaraları olan insanlara acıları dinsin diye neler yapabileceğimize, elimizdeki kaynakları nasıl paylaşacağımıza, paylaştıkça nasıl çoğalacağımıza, eleştirmek yerine çözüme nasıl katkı olabileceğimize, önce kendi bahçemizden başlayarak doğayı nasıl yeşillendireceğimize…
Bu liste uzar gider, eğer biz iyilikle var olmak istersek.
Çok kolay günler beklemiyor olabilir bizi evet ama bu şekilde de bekleyip, kadere isyan edip, kimseyi geride bırakamayız. Biz miras aldığımız bu doğadan elde ettiğimiz nimetlerin, soluduğumuz her nefesin, kat be katını gelecek nesillere daha iyi bırakmakla sorumluyuz, borçluyuz!
Peki olan olduysa artık bir daha olmaması için ne yapmamız gerektiğine bakmamız gerekiyor.
Önce doğadan, dilsiz dostlarımızdan nasıl af dileriz?
Sebep her ne olursa olsun burada küresel bir iklim krizinin varlığı net. Ama bu sadece bir afet değil, bu sadece ekolojik kriz değil, bu önlemsizlik, bu kaynakların kötü tüketimi, bu bir doğa-insan birlikteliğinde varoluş problemi.
İklim felaketlerini oturup sırayla başımıza gelmesini bekleyerek, sorunu yaşadığımız anda mı çözmeye çalışalım?
Yoksa imkân varken, sorun yaşanmadan, bilimle öngörerek, olmadan önlemeye mi odaklı olalım?
Ya da bireysellikten bütünselliğe geçerek mi, sizce hangisi?
Bu bir kriz ise krizleri yönetebilir olmalıyız, di mi?
Doğa kendini elbette onaracak süreyi sabırla bekleyecek ve yeniden var olacak ama ya insan!?
Burada çözüme dair en büyük pay elbette insana düşüyor; çünkü bilinç sahibi olan, seçimler yapabilen tek varlık insan.
İhtiyacı hiç bitmeyen, zihni bir türlü sahip olduklarıyla tamam olmayan tek varlık da insan...
Ama artık daha da geç kalmadan karar vermemiz gereken şey biz nasıl yaşamak istiyoruz?
Nefes alıp verip hayatta kalarak idare eden olarak mı, sorumluluğu ele alıp harekete geçen olarak mı?
Şimdi elimizden gelen her türlü yolu kullanarak yeniden var olacağız. En iyi bildiğimiz şeyi yaparak, yardımlaşarak yeniden ayağa kalkmak, ortaya çıkan küllerimizden yeniden doğmak zorundayız; inançla, tutkuyla, birlikte barış içinde yaşama arzumuzla ama en önemlisi şiddetsizlikle, öfkesizce, dünyamızı yeniden yeşerterek, var edeceğiz.
Bu bir lütuf değil büyük bir borç, birlikte hızla iyileşmek zorundayız.
Önce yaraları sarmaya odaklı neler yapabileceğimize bakacağız;
Güvendiğimiz sivil toplum örgütlerine destek olacağız; ama maddi ama manevi ama fiziksel kesinlikle sahada, asla tribünden izleyip atıp tutan olarak değil.
Bireysel yardımlarımız çok önemli evet ama yeterli olmuyor, olamıyor. Çünkü uzmanlık, operasyon, koordinasyon çok önemli. Bireysel yapmak istediğimiz yardımların tamamen iyi niyetli olsada olayı büyütme, kaosa sürükleme olasılığı var. Ama bu işi profesyonelce yapabilen bağımsız kurumlarla çalışıp yaptıklarını da takip ederek çözüme, sonuca daha hızla etkili olabiliriz.
İklim krizine dair her bir bireyin direkt sorumluluğu zaten ortada. Çünkü Birleşmiş Milletler iklim konferansı küresel ısınmanın %90 sebebi insan olduğunu açıkladı;
Küresel ısınma güneş ışınlarının dünyanın yüzeyini ısıtması, dünyanın da bu ısınmayı tekrar atmosfere yansıtması ama bu bazı ışınlar su buharı, karbondioksit ve metan gazının dünyanın üzerinde oluşturduğu doğal bir örtü tarafından tutuluyor. Bu da yeryüzünün yeterince sıcak kalmasını sağlıyor. Ama son dönemlerde fosil yakıtların yakılması, ormansızlaşma, hızlı nüfus artışı ve toplumlardaki tüketim eğiliminin artması gibi nedenlerle karbondioksit, metan ve diazot monoksit gazların atmosferdeki yığılması artış gösterdi. Bilim adamlarına göre işte bu artış küresel ısınmaya neden oluyor.
Peki bu sıcaklık artışı yani küresel ısınma nelere yol açıyor, hayatımızı nasıl etkiliyor? Kutuplardaki buzullar eriyor, deniz suyu seviyesi yükseliyor ve kıyı kesimlerde toprak kayıpları artıyor. Küresel ısınmaya bağlı olarak dünyanın bazı bölgelerinde kasırgalar, seller ve taşkınların şiddeti ve sıklığı artarken bazı bölgelerde uzun süreli, şiddetli kuraklıklar ve çölleşme etkili oluyor. Kışın sıcaklıklar artıyor, ilk bahar erken geliyor, sonbahar gecikiyor, hayvanların göç dönemleri değişiyor. Yani iklimler değişiyor. İşte bu değişikliklere dayanamayan bitki ve hayvan türleri de ya azalıyor ya da tamamen yok oluyor. Küresel ısınma insan sağlını da doğrudan etkiliyor Bilim adamları, iklim değişikliklerinin kalp, solunum yolu, bulaşıcı, alerjik ve bazı diğer hastalıkları tetikleyebileceği görüşünde
Kaynak: http://www.tikad.org.tr/
Elimizde, gücümüzde olanlara bir bir bakarsak;
Kullandığımız enerji kaynaklarımıza her gün her dakika dikkat ederek yaşamak zorundayız. Kullandığımız suyu boşa akıtmamaktan, elektrik tüketimini azaltacak elektronik cihazlar almaya kadar, enerji dostu ürünler kullanmaktan başlayabiliriz.
Temizlik amacı ile kullandığımız kimyasalların çok dikkatli kullanılması da önemli bir önlem. Az elektrik ve su tüketen sistemler kullanmalı, yaptığımız bahçe sulamalarını kontrollü yapmalı, musluklarımızda kireç ve bakteri giderici filtreler kullanabiliriz.
Toplu taşıma araçlarının kullanımını arttırmalı (elbette salgın dönemi çok dikkatli olarak) daha çok taşıt kullanmak yerine kısa mesafeleri yürümeli, kurşunsuz benzinli araçlar kullanmalı, ışıkta bekleyen araçlarda bile kontak kapatılmalıyız belki.
Uzun ömürlü ürünler tüketilmeli, geri dönüşümü olmayan ambalajlı ürünleri almamalı, pet şişe, plastik yerine cam tercih edilmeli, çöpler ayrıştırılmalı örneğin.
Yani okumalı, araştırmalı, bilgi edinmeli ve hemen hayata geçirmeli; 'bir benimle ne olacak' dememeli…!
En önemlisi zihniyet değiştirmeli. Zihnin niyetini…
Ben yok, biz var! Sadece benim için değil bizim için hayır ne demeli.
Sadece insan yok, canlı var, hayvan, doğa, bitki, kısacası bütün var!
Bütün yoksa yaşam anlamsız!
Anlamsa beraber var olabilmekte, ait olabilmekte!
Bugünün dünyasında doğa, çevre sorunları ile insanın sorunlarını birbirinden ayrı tutmak mümkün değil. Bu sonuç bu kadar belirginken o zaman yapılacak da bir sürü şey vardır.
Kısacası doğanın sorunlarını sadece çevrenin kirletilmesi veya bilinçsizce kaynak kullanılması olarak görürsek işin içinden çıkamayız, düşünce biçimimizi, zihniyetimizi değiştirmezsek bu işin sonu hüsran!
Daha geniş bir farkındalıkla olaya yaklaşımımızı insani, ekonomik, kültürel, eğitimsel, dini ve ahlaki, eşitlikçi, adil ve toplumsal, siyasal ve politik boyutları da olan son derece karmaşık bir bütünsellikte değerlendirip, hepsini sorunlar silsilesi olarak yorumlamak çözüme giderken yol haritası olacaktır.
Dünya dönüşmek, değişmek, gelişmek zorunda bunu yok saymayarak, yaşamla hizada bakış açıları bulmak zorundayız.
Birimiz çok şeyiz, bütüne ilhamız evet ama elimizin sesi gür çıksın istiyorsak beraber olmamız çok önemli
Sağlıcakla
Aynur Görmüş
Comentarios