Zaman zaman insan olarak gaflete düşüp, yargıladığımız bir konu da mutlu ya da başarılı insanların yaşamlarıdır.
Yaşadığımız hayattan ve mutlu olmaktan rahatsızlık duymak ve suçluluk hissetmek ya da bunu başkasına hissettirmek… Bunun son zamanlarda çok yaygın bir duygu olduğunu gözlemliyorum.
Genel olarak sorumluluk almak yerine suçlamak şikayet etmek kültürü oldukça artmış durumda.
Elbette teknolojinin, gelişmişliğin, sosyal medyanın buna etkisi büyük. Bilgiye ulaşmak artık çok kolay. Başka hayatları, imkanları görmek, sahip olamadıklarımıza öfke duyup olanlara imrenmek, başka hayatlarla, başka bedenlerle, imkanlarla kendi yaşamlarımızı kıyaslamak… Bütün bunlar insani olan imrenme ve suçlama duygumuzu tetikliyor olabilir.
Ya da yaşadığımız doğa da olan bitene yeterince insanların şefkat göstermediğini, duyarsız kaldığını, insanların hakkaniyetsiz, bazen de merhametsiz olduğunu düşünmek, bütün olanlara rağmen eğlenen, yüzü gülen, mutlu olmayı da yaşamın parçası haline getiren insanları görünce yargılama duygumuz kabarıyor olabilir.
Bunlara insanca duygular diyorum elbette varlar yok sayamayız ama normalleştirmeye çalışmaya devam edersek de buradan fayda bulamayacağımız, birbirimize tahammülümüzün kalmayacağı da kesin.
Ama teknolojinin ve sosyal medyanın gücünü kıskançlık, yargılama, boşa kaynak tüketme yerinden, kaynaklarımızı, koşullarımızı da göz önünde bulundurarak ilham alma yerine çevirebiliriz. Bize, üretimimize, motivasyonumuza katma değer sağlayacak şeyleri takipte kalıp, enerjimizi soğuranlardan uzak durmak bir seçenek olabilir. Başarı hikayeleri olanları olduğu kadar deneyimlerimize de katkı sağlayacak düşüşleri de takip edebilir ama neyi ne kadar içselleştireceğimizin kontrolünü yani duygularımızın sahibi kendimizi sınırlandırabiliriz. Doğruluğuna güvendiğimiz birkaç basın kanalından ya da kişiden haber almayı seçebiliriz. Düzelmesine etki edemeyeceğimiz koşullara dair sürekli acı içinde olmak duyarlı olmak anlamına gelmiyor keza. Bu duygularımızı olumlu yönde etkilemiyor çünkü, yapacağımız iyi şeyleri de aşağı çekiyor, gücümüzü alıyor elimizden.
Sürekli acıdan, yargıdan ve şikâyetten beslenme alışkanlığı olan bir toplumda, acıya dayanabilmenin güçlü insan olduğuna inandırıldığımız, kurbanlığımıza, çaresizliğimize sığındığımız bir coğrafyanın içinde büyüyoruz. Dertlerimizle yarışır haldeyiz. Üzücü mü, evet, hem de çok! Bunun bir şeye faydası yok.
Bu koşulları, zor durumları bazı felaketleri, afetleri biz direkt kendimiz yaratmış olabiliriz, bazıları da daha büyük kitlelerin, gücün etkisi ile var olmuş olabilir. Sorumluları ve çözüme katkı sağlayacak olmadığımız alanlarda boşa kürek çekmek, kaynakları harcamaktır. Ama bilmemizin önemli olduğu konu mutlu, sağlıklı ve dengede bir dünyada yaşamanın sorumluluğu hem bizlere yani bireylere hem de toplumlara düşer. Ancak bu bilinçle birlik ve beraberce yola çıkarak ilerleyebilir dünya. Suçlu ara mak yerine sorumluluk alan olmak çözüme götürür. Bir kişi ne yapabilir ki sorusunun cevabı, tüm dünyayı kurtarabilirsin olabilir! Üstelik şiddetsizlikle, öfkelenmeden de bu mümkün.
Örneklerini görebileceğimiz çok insan var, yeter ki doğru yöne bakalım, sürekli şiddeti, ötekileştirilmeyi pompalayanları değil, yardımlaşmayı, imecenin dayanışmanın zarafetin güzelliğini gösterenlere yönümüzü çevirelim.
Benim görmeyi seçtiğim, inandığım dünyada, cennet bir coğrafyada yaşadığımızdır. Kalpleri iyilik için çarpan, her afette her durumda birbirine kenetlenen, başkalarının dertlerini kendi derdi edinen, duyarlı, paylaşımcı insanlarla birlikte omuz omuza yaşadığımıza dairdir inancım.
Adaletsiz olduğunu düşündüğümüz durumlar yok mu, çok! Ama bütün dünyadaki adaletsizliği belki tek başımıza bitiremeyeceğiz, bu bizi adım atmaktan da gerçeklikten de koparabilir ama kendi adil duruşumuzun iradesi, gücü bizde. Şikâyet edip kızıp öfkeleneceğimize biz ne kadar adiliz ona bakarak, burayı değiştirebilir miyiz? Şikâyet ettiğimiz duygumuz her ne ise biz o duyguyla ilgili hangi noktadayız onunla ilgilenebiliriz.
Bence önce düşünce biçimimize bakalım, eleştirel mi olumluyu görmeye niyette mi?
Herkes bu görüşü büyütürse barış ve huzuru, hakkaniyetli bir dünyayı beraberce yaratabiliriz.
Hepimizin zihnimizde ne varsa çevremizde gördüğümüz, yorumladığımız dünya da aslında odur. Yani gerçekliğine inandığımız ne varsa o aslında bizim zihnimizdeki inancımızdan gelir. Gerçeğin bizim düşüncelerimizle ilgisi olmayabilir.
Kabul edilmiş çaresizliğe düşmeden, zaten olmaz, zaten ben ne yapabilirim demeden, ideal dünyayı yaratmak bizim gücümüzdedir, bunun mümkünlüğüne inanç önce kendi yaşamına bakmakla, kendin ilk adımı atmakla olur. İdeal dünya sürekli felaketleri görmek, kötüyü düşünmekle, sürekli acıyı izlemekle, kendine başkalarına acımakla kurulmaz. Acılar olacak, onları dinlemeyi paylaşmayı da becerebilirsek, yasımızı layığı ile tutabilirsek insan kalabileceğiz, burası net. Odaklandığımızı büyütebildiğimiz ve yaşamlarımıza çekebildiğimiz bir sistemde, kalpten seçimlerimiz her daim iyilikleri ya da her şeyin içindeki iyilik yanını görmek olsa, ne güzel olurdu di mi?
Sürekli birbirinin şartlarını, yaşamını yargılayan, mutlu olduğu için duyarsızlıkla suçlanan ve bundan suçlu hissettirilen, öfke duyulan bir toplum haline gelmeye başlamamızın şefkate dönüşmesini diliyorum. Ya da aldığımız sorumlulukların çevremizde adaletli bir dağılımda olmadığına inancımızla daha büyük öfkeli tepkiler vermemeyi, şiddetsizliği düşlüyorum…
Mutluluğumuzdan suçluluk duymak; bu duygular bize dayatılan bir duygu gibi görünse de aslında öz benliğimizle hizada olamadığımız zamanlarda gelip kalbimizden vurabilir bizi. Ve birimizin diğerini anlamamızı, dertleri de sevinci de paylaşmamızı engeller. Düşmanlığımızı büyütür. Kazananı olmayan bir dünyaya dönüşür yaşadığımız yer. Mutlu olmak herkesin hakkıdır, suç olamaz ama bu duyarsızca, bencilce bir mutluluk kavramı da olamaz. Mutluluk da bulaşıcıdır aslında, almaya dair kalbini açmaya niyet edersen.
Oysa mutlu, yaşamı keyifle tadını çıkaran insan duyarsız demek değildir, mutlu olmak yaşamındaki her şeyin mükemmel olması da demek değildir, mutluluk bir seçimdir, her koşulun içinde şükredecek bir şey bulabilmektir aslında. Büyük bir Niyettir. Yaşama kendini sunuş biçimi neyse dünya da öyle görünür demiştik ya, işte mutlu insan da yaşama mutluluğu görmek için onu sunar.
Bunun neresi kötü olabilir ki? Mutlu insanları çoğaltmakta hepimizin sorumluluğu var. Kimi nasıl mutlu edebilirsen, sınırlarını, kaynaklarını bilerek elbette ama önce kendi yaşam çemberinden başla, var mısın?
Aslında hepimizin istediği de bu değil midir? Mutlu bir insan olabilmek ya da güçlü gördüğümüz, acılarla baş edebilen insanlara nasıl imrenerek baktığımızı itiraf edelim kendimize.
Zaten her şey samimiyetle başlar, önce kendine! Başkasından ne bekliyorsan sen kendine çevir okları, sen ne yapıyorsun o beklentiye dair, başkasını kendisine bırak.
O zaman neden hayatı dengede, acısını da yasını da tutan ama eğlenmenin tadına da varmayı bilen, dengeli bir yaşam süren insanlardan biri olmaya gönül vermek yerine, bunu yapabilenleri suçluyoruz?
Ben mutsuzsam kimse olmasın tehlikesine düşmeyelim, adaletsiz dünyaya bir adaletsiz bakış açısı da biz koymayalım oluşumuzla yaşama.
Her insanın mutlak mutlu olması da mümkün olamaz. İhtiyacımız olan %100 mutluluk değildir, “dengedir!
Mutsuzlukların da acıların da bize öğreteceği şeyler olabileceğini bilmeli insan. Hepsi birbirinin tamamlayanıdır, karşıtı değil, mutsuzluğun olmadığı yerde mutluluk kavramı nasıl oluşabilirdi ki…! İnsan zihni sürekli mutlu olmamız gerektiğini bize pompalarken biz bu yaşama deneyim yaşamaya geldik, yaşadığımız deneylerden öğrenip deneyimledim demeye. Deneylerin performanslarında her zaman başarı ve mutlu edici sonuçlar yoktur.
Mutluluk bir niyet işidir; sahip olmadığımız şeylerdense sahip olabildiklerimizi görebilmeye niyet etmektir bana göre. Sahip olamadıklarımıza dair de düşlemekle, çalışmakla, adamakla mutluluk elde edilebilir. En azından denedim diyebilmek özgürlüğü de mutluluktur.
Şartlarımız koşullarımız iyiyken konuşmak elbette kolay gelebilir. Bu koşulları elde etmek için gayrette olanları da alkışlamak önemlidir. Ama tabi buradan da yargılama çıkarabiliriz istersek. Kendi mutluluğuna bir katkısı olacak mı başkasının iyi koşullarını yargılamanın?
Doğru; insanın işi varken, yiyeceği, barınacağı yeri, eğleneceği imkanları varken ya da sağlığı yerindeyken olmayanı anlayamayabilir. Ama bu da suç değildir. Keza yaşamadan ahkam kesmek değildir paylaşmaya niyetli olmak. Ya da zoru yaşamadan nerden anlayacaksın demek bazen incitici de olabilir yardıma, paylaşmaya gönül vereni.
Çünkü şartları iyi olanın zorda olanı anlaması için illa zorluğu yaşamasına gerek de yoktur; paylaşmayı, dinlemeyi, dayanışma içinde olmayı biliyorsa acıları böyle de küçültebilir insan.
Ama burada da gücü yettiğince acıları da varlığı da paylaşmak, paylaşanı tatmin eder, iyi hissettirir, bütüne ilham verir, yok olanı da zenginleştirir, yaşama iyiliğe inanmasını sağlayan bir inanç, yaşam enerjisi olur insana. Karşılıklı bu alma verme dengesine izin vermek gerekir. Yaşam ancak olandan olmayana doğru akarsa dengesini bulabilir.
Herkesin sınavları adil olmayabilir, bu adaleti becerebiliyorsak biz sağlamalıyız. Sağlayamadığımız yerde de teslimiyette kalmak, baş edilemediğinde bu sınavla bu yaşamda görevlendirilmiş olduğuna inanmak, bir nebze belki isyanı azaltır. Üst bilincin adaletine güvenmek en büyük vicdan rahatlığını sağlar.
İnsan felaketler içinde yaşarken de gücü ile felaketi azaltacak, dindirecek, çözüme etki edecek neler yapabileceğine odaklanarak mutluluğun kendisine ulaşacaktır.
Yaşamda insan her alanda her durumda denge ile tatmine ulaşır. Yardım almak da var yardım etmek de…
Çünkü sorumluyuz, insan gibi yaşamaktan ve yaşatmaktan…
Sağlıcakla
Aynur Görmüş
コメント